Kayıtlar

Beyaz Zarf

Uzun bir süre sonra ilk defa bugün havanın aydınlanmasından önce uyandım. Güneşin doğmasına ne kadar zaman kaldığı belirsizdi. Kendimi garip bir şekilde öğlene kadar uyumuş gibi hissediyordum; içimde uykuya dair en ufak bir istek kalmamıştı. Saatin kaç olduğunu merak ettim. Yatağın içinde dönüp telefonu her zaman koyduğum yere uzandım fakat karanlıkta hiçbir şey bulamadım. Elimi attığım yerde gece lambası ve ucu boş bir şarj aletinden başka bir şey yoktu. Yataktan çıktıktan sonra sandalyenin arkasında duran pantalonun ceplerini karıştırdım; telefon oradaydı fakat şarjı tamamen tükenmişti. Bir an düşününce zaten güneşin saat kaçta doğacağı ile ilgili bir fikrim olmadığını fark ettim, saati öğrensem de bir şey değişmeyecekti. Telefonu şarja takıp belki biraz bir şeyler okurum düşüncesiyle salondaki kanepeye uzandım; kitabı elime aldığımda bir an sehpanın üzerinde duran kitap ayracına takıldı gözüm. Son okuyuşumun üzerinden haftalar geçmişti. Belki de başka bir ayraç koymuşumdur diye sayf

PERDELER

alternatif bir çocukluk anısı *   Anneannemin ölümünün üzerinden bir yıldan fazla zaman geçmiş. Onunla ilgili olan hiçbir şey benim için canlılığını kaybetmedi, ama yokluğunu da hiçbir zaman tam olarak algılayamadım. Daha doğrusu algılayamamışım, dün fark ettim. Uzun süredir görmediğim bir arkadaşımla akşam üzeri evde oturmuş sohbet ettiğimiz sırada, bir an, onun sigarasından çıkan dumanın perdelerin önünde yavaşça yükselişine takıldı gözüm. Bu basit görüntünün hatıralarımı herhangi bir şekilde tetikleyebileceğini hiç tahmin edemezdim. Fakat nasıl olduysa, bu görüntü sayesinde, çocukluğumun en eski zamanlarına dair çoktan unuttuğumu zannettiğim hatıralar aniden kafamın içerisinde canlanmaya başladı ve içinde olduğum Beşiktaş’taki ev, bir anlığına da olsa benim gözümde anneannemin eski eviyle birleşti; eşyalar, sesler, pencereler, perdeler sanki çocukluğumdaki haline dönüşmüştü. Sanırım ilk defa o zaman anneannemin eksikliğini tam olarak hissettim; hiçbir şey konuşmak gelmedi içimden.

Kuşlar

  Güvercin, serçe, karga… Pencereden dışarı bakabilmek için ayak uçlarıma basmak zorunda olmaktan yeni kurtulduğum ilkokul yıllarında, evde bulduğum eski bir dürbünle oturduğumuz lojmanların bahçesine bakarken aklımda yalnızca bu üç lanetli kelime yankılanıyor. Kuşlara olan takıntılı sevgi ve merakım sayesinde babama, içinde ülkedeki tüm kuşlara ait resimlerin ve kısa açıklamaların bulunduğu bir kitabı aldırmayı başaralı en fazla birkaç ay olmuş fakat şimdiden, ara sıra okula bile götürdüğüm kitabın yarısını ezberlemiş durumdayım. Boynumda dürbünümle pencerenin önünde dikilerek, her an tetikte bir asker gibi dışarısını izliyorum. Bahçedeki otopark duvarının dibinde birkaç kuş toprağı eşeleyerek yiyecek bir şeyler arıyor. Dürbünümü hemen o tarafa doğru çeviriyorum; iki-üç güvercin. Yine aynı. Önemli bir şey değil. Sırayla bahçedeki ufak ağaçları, yolun karşısındaki apartmanın önündeki iki çalıyı, caddedeki yeni yapılan binaların çatılarını ve çok uzaklardaki – bunun için dürbünün ayarın

Münevver

  İki bin üç unutulması imkansız bir yıldı. Elli yaşındaki teyzem üçüncü çocuğunu doğurmuş, abim altılıyı tutturmuş, Beşiktaş şampiyon olmuş ve ben terk edilmiştim. Buluşacağımız parka aşık olduğu kadından duyacağı sürprizi merak eden her erkek gibi heyecanla gittim. Münevver her zaman oturduğumuz banka oturmamış, biraz ötede başka bir bankın önünde beni bekliyordu. Sevgilisiyle buluşan her erkek gibi ona yaklaşırken gülümsüyordum. “Neymiş bakalım bu sürpriz? Yoksa hamile misin?” Bir kadının size bir sürprizini açıklayacağı anı yaşıyorsanız, derhal kendinizi yere atmalı ve sözlerinin bittiğinden emin olana dek cenin pozisyonunda kalarak ellerinizle kafanızı korumalısınız. Ben bunu öğrendiğimde ona sarılmak için yeltenmiş, iki kolum havada ve Münevver’ in tahrip gücü ancak Mike Tyson’ ın yumruklarıyla ölçülebilecek cevabına karşı oldukça savunmasız bir durumdaydım. “Hayır Muzaffer, seni terk ediyorum.” Sol kulağım çınlamaya başladı. Kendime gelmem için birkaç saniye geçmesi gerekiyordu.

REJECTED!

( bu şiiri hiç kimse sevmedi.) Arkadaşlar siz bilirsiniz, Bu parklardaki ağaçların Hayvanat bahçesindeki maymunlardan Ne farkı var? * Bayezid ne düşünüyordu mesela Timur dövüşmek için üç bin kilometre yürüdükten sonra, -üstelik topal bir bacakla- Acaba çabasını takdir etmiş midir ölürken. Serdem Coşkun o kadar bedduayı kime ediyor? Böyle sorular soruyorum ve. Annem benden adam olmayacağını düşünüyor. * Bir sonraki dize için hepinizden, -birkaçınız orospu çocuğusunuz- Özür diliyorum. Barışırsak annelerinize çay ısmarlarım. * Okulu bitirmeden bir iki dil öğrenmeliyim -Kayıt dışı ekonomi ve orospular- Adlı bir makalem olmalı. Meslek etiğine sonsuz saygım var Ve orospular İş ve aşkı asla karıştırmazlar. Görülmemiş bir şeydir bir orospunun Sevdiği bir adamla evlendiği. * -seks işçisi- *

.,.,.,.

güzel, burayı herkes unuttu.

Ucuz Hikaye

Haberi alır almaz, onaltılığı belime taktığım gibi çay evine koştum. Piç İhsan' ı vurmuşlar. Vardığımda Sedat' la Behçet sobanın yanına iki iskemle çekmiş, kafaları dumanlı, beni bekliyorlardı. Hiçbir şey sormadan bir iskemle de ben çekip yanlarına oturdum. Sedat bir üçlü de bana hazırlarken Ali hışımla içeriye girdi. "Nasıl olmuş bu Behçet abi, kim vurmuş İhsan' ı?" "Sakin ol çocuk." dedi Behçet. "Nasıl sakin olayım abi, İhsan' ı vurmuşlar." Sedat bana hazırladığı sarmayı Ali' ye uzattı. "Çek şundan. Birazdan anlatacağım." Yarım saat kadar sonra duman kafalarımıza ulaştığında hepimiz gevşeyip, belimizdeki silahları masaya bıraktıktan sonra Sedat anlatmaya başladı. "Gülsüm' ün İhsan' ı terk ettiğinden haberiniz var zaten." "Bilmeyen mi kaldı abi, üç-dört ay ayık gezmedi İhsan, delirdi, kıza bir şey yapacak diye korkuyordum kendi başını yaktı manyak." "Allah o şırfıntının belas