Yolculuk
Üç gün önceden başlamıştı hazırlanmaya. Hiçbir şey eksik kalsın istemiyordu. Belki bu yüzden belki de varacağı yeri bilmemenin verdiği huzursuzluk, gidiyor olmanın verdiği rahatlığa ağır bastığından çok aceleci davranmıyordu.
İlk gün işinden istifa etmiş, arkadaşlarıyla vedalaşmış, alışveriş halinde olduğu esnafla helalleşmiş, faturalarını yatırmış ve bütün borçlarını kapatmıştı. Tüm bunları, gitme kararını verdiğinden beri yüzünden düşmeyen, huzurlu bir gülümsemeyle yapmıştı.
İkinci günün tamamını evinde geçirdi. Halıları toplayıp yıkamacıya gönderdi, çamaşır makinesinde nevresimleri yıkadı, pencerelerden perdeleri topladı, kuruması için nevresimleri astı, nevresimler kururken perdeleri yıkadı, nevresimleri askıdan topladı, perdeleri yerine astı. Bütün yıkama ve kurutma işlemleri bittiğinde artık hava kararmıştı. Yalnız, kirli sepetinde duran birkaç pantolon, don ve fanilaya dokunmadı. Geride biraz yaşanmışlık bırakmak istiyordu, kim bilir belki de gerçekten fark etmemişti.
Üçüncü gün kendini ütü yapmaya adadı. Bütün gömleklerini ve pantolonlarını yatağının üstüne yığdıktan sonra yavaş yavaş başladı ütülemeye. Bir ara canı sıkıldı balkona çıktı, sigara içti. Koku perdelere sinmesin diye evin içinde içmiyordu artık. İçeri girer girmez hemen işe koyulmadı. Telefonla Çin yemeği sipariş etti kendine. Daha önce hiç Çin yemeği yememişti, sipariş verirken biraz zorlandı. Aynı zorluğu yemeği yerken de yaşayacaktı.
Sessizliği fark etmiş olsa gerek, televizyonu açtı. Hoşuna gidecek bir şey bulamayınca kapattı, bilgisayarında bulunan şarkılardan bir liste yaptı, dinlemeye başladı.
Karnını doyurduktan sonra yüzündeki o huzurlu gülümseme yeniden belirdi. Yarım bıraktığı ütü işini tamamlamak için tekrar başladı. Bütün pantolonlarını ve gömleklerini ütüledikten sonra, gömlek ve pantolon sayısı arasındaki orantısızlığa şaşırdı.
Pantolonları ve gömlekleri sıkıcı ve uzun bir işi bitirmiş olmanın gururuyla dolaptaki askılıklara yerleştirdi.
Ütü bittikten sonra kendini yorgun hissediyordu. Üstelik terlemişti de. Önce tıraş oldu ve sonra duşa girdi, duşta biraz uzun kaldı, iyice temizlendi.
Akşam olduğunda kendini dışarıya attı. Bir kaç kitap ve güzel bir kol saati alıp geri döndü. Eve geldiğinde bilgisayar hala açıktı ve Tom Waits' ten Green Grass çalıyordu.
Dördüncü gün uyandığında halı yıkama şirketini aradı. Telefona cevap veren adamı azarladı. Halıların akşama doğru geleceğini öğrendi. Telefonu kapatmadan adamdan özür diledi, gitmeden önce kimsenin kalbini kırmak istemiyordu.
Halılar gelinceye kadar odasından çıkmadı. Akşama kadar müzik dinledi. Halıyı getiren teslimatçı kapıyı çaldığında liste bilmem kaçıncı kere başa dönmüş, bilgisayarda yine Tom Waits' ten Green Grass çalıyordu.
Büyük bir özenle halıları serdi, son bir kez odalara göz attı. Her şeyin yerli yerinde olduğuna ikna olunca dişlerini fırçaladı, tırnaklarını kesti.
En şık takım elbisesini giydi, balkonda bir sigara içtikten sonra bileklerine ve boynuna en pahalı parfümünden sürdü.
Yarım saat kadar öylece oturdu ve en sonunda ayağa kalktı, kafesimi eline aldı. Balkona çıktık, beni kafesimden çıkardı, gözlerimden öptü. Bir an duraksadı, beni kafesime geri koydu.
Bir sigara daha yaktı. Paketin kalanını aşağı attı ve yere ulaşıncaya kadar arkasından baktı.
İçeri girip yarım saat kadar bir şeyler karaladı. Gittiğini kimsenin fark etmemesinden korkuyordu. Kim bilir belki de kendince şairane bir hava vermeye çalışıyordu gidişine.
Karaladığı notu özenle katlayıp ayağıma bağladı.
Tekrar balkona çıktık. Beni son bir kez daha gözlerimden öptü, canımı yakmadan avuçlarının içine aldı. Beş saniye sonra ikimiz de boşlukta süzülmeye başlayacaktık ve ben onun çimlerin üzerindeki görüntüsüne son bir kez bakmadan uzaklaşıp, kim bilir kime, ne zaman bu notu ulaştırmış olacaktım.
Yorumlar
Yorum Gönder